LEFKADA ( LEFKAS )
21.07.2010
Anakara'da bulunan kale |
Bu kalenin yanından ayrılan yol Lefkada'ya uzanıyor |
Yüzer köprü açılmadan geçmek lazım |
Sevgili Kostandina (Dina) ve oğlu Panayot |
Odamızın şahane manzarası |
22.07.2010
Üç tarafı balkon olan odamızın sabah güneşini görmeyen arka balkonunda kahvaltımızı yaptık. Lükse bak... Dina'nın komutu ile yeni odamıza geçtiğimizde ise hüsrana uğradık. Arka bahçeye bakan bu odanın o güzelim manzara ile hiç alakası yoktu. Turhan huysuzlandı ve "ben bu odayı istemiyorum" diye tutturdu ama Dina bizi ikna etti. Doğru ya, sabah çıkıp akşam gelicez, üstelik manzaraya tam hakim terasta da istediğimiz zaman keyif yapabilirdik, ama yinede eğer daha önceden rezervasyonu yapılmamış olsaydı farkını verip dünkü odayı tutabilirdik.
Bugün Lefkada'nın en tepesindeki köyden geçip fotoğraf çekmeyi düşünüyorduk. Bu ada değişik bir coğrafyaya sahipti. Anakaraya yakın olduğundan dar bir yolla bağlanmış olan kuzeydoğu kıyılarında deniz iyice sığlaşarak bataklaşmış, yer yer adacıklar oluşmuştu. Yolun başındaki yüzer köprünün belli saatlerde açılmasından dolayı da deniz trafiği oldukça yoğun, marinasıda çok büyük ve kalabalıktı.
Lefkada Merkezinin tepeden görünümü |
Agias Nikita yolu üzerinde uzanan sahiller |
Agias Nikita sokaklarından biri hatta anacaddesi |
Koş koş denize |
Tepedeki köye varınca Agious Nikitas yoluna saptık. Rehber kitabımızda bu plajın adı geçtiği için buraya girmiştik. Yol boyunca kilometrelerce uzun ama ağaçsız plajları geçerek köyün içine girdik. Park etmiş yüzlerce araba. Plaj eşyaları, hasırları, havluları kollarında asılı insanlar arabalarından inmiş bir yokuştan aşağı yürüyorlar telaşlı telaşlı. Peşlerine takıldık tabiiki... Bu arada Turhan'da kötü bir haber şifayı kapmıştı. Yol boyunca "yaktın beni Nilgün" dedikçe gerildim, gerildikçe iyileştim, domuz gibi oldum, hiçbirşeyim kalmadı ancak Toranaga salya sümük perişan durumda. Gel de çık işin içinden şimdi. Agios Nikita küçücük ve sevimli bir köy. Daracık sokaklarda, arnavut kaldırımlı yokuşlarında hediyelik eşya dükkanları, tavernalar dizilmiş, yolun sonunda da küçük bir sahil ve plaj ve tabii ki tıklım tıklım insanlar.Geriye dönemedik valla. Turhan fena hasta, hava çok sıcak, tekrar yokuş tırman ve yollara düş, gözümüz yemedi. Bir yerlere sığışacaktık artık. Dar sahilin solunda kayaların duvar gibi dikildiği bir noktasında sırtımızı dayadık, şemsiyemizi kuma sapladık. Denizin içinde kocaman kayaların arasında oluşan havuzcuklarda yüzmek çok eğlenceli idi. Su her zamanki gibi pırıl pırıl, insanlar şnorkelleri ile dibi seyretmek için yarışıyorlardı adeta. Buradan kıpırdamaya hiç niyetimiz yoktu. Hele 1-2 saat sonra güneş tepenin arkasına geçip bulunduğumuz yer gölge olunca uzanıp horul horul uyuduk bile.Akşama kadar burada kalıp şirin tavernalardan birinde yemey yeriz diyorduk ancak Turhan dinlenmezse iyileşemeyecekti, döndük.
Ooooh rahatladı |
Ateşini düşürmeye çalışıyoruz |
Adanın kuzey sahilleri başımı döndürdü |
Kitesail sporcusu |
Gökyüzü rengaren |
Mutlu mutlu otelimize döndük. Marketten aldığım saç boyası ile saçımı boyarkende çoook eğlendik. Akşam üzeride bahçedeki terasın en faça masasına kurulurken Bayan Dina'da kahveleri ve sonrasında ev yapımı likörleri kaparak bize eşlik etti. Uzuun uzun sohbetlerle günü sona erdirdik.
23. 07. 2010 MEGANİSSİ
Scorpio adası |
Meganissi adası |
Meganissi'ye vardığımızda gemiden iner inmez az ilerde bekleyen dolmuş- minibüse biniverdik herkesle beraber. Nereye gittiğini vs sormadık, çünkü bizde nereye gitmemiz gerektiğini bilmiyorduk, adayı gezicez işte. Bildiğimiz tek şey dönüş saatinin 18.45 olduğu, şu anda ise 11.30,gezmek için çoook zamanımız var. Şöför dışarıda beklerken yolcular torpidonun üstünde duran kutuya 1€ atıp biniyorlar araca. Atmadan girsen kimse farketmiyecek ama böyle bir zihniyet yok halkta. Minibüs tangır tungur virajlı yokuşlardan çıktıktan sonra gemideyken gördüğümüz tepedeki köyün içine girdi. Yollar o kadar dar o kadar dardı ki şöför geçerken yan aynaları kapamak zorunda kalıyor,yolcular da ona yardımcı oluyorlardı. Manavın tezgahından uzanıp elmaları alabilirdin rahatlıkla. Biz çok eğlendik, birazcık sonra meydan gibi bir boş alanda araba durdu ve herkes indi. Biz kararlıyız, devam edicez ancak olmazmış çünkü son durakmış. Adanın çevresini dolaşıcağız sanmıştık halbuki. İndik. Köyün yollarına daldık, aşağı iniyoruz. Daracık yokuşlardan, içiçe girmiş evlerin arasından geçerken kapı önlerinde oturmuş sohbet eden, yün örüp iş işlerken geleni geçeni seyreden yaşlı-genç adalı kadınların turist görmeye alışmış kayıtsız bakışları karşısında birazda sıkıldım. Sanki özel hayatlarının içinden geçiyorduk. Bu arada tepede tam manzaraya hakim küçük bir cafenin en köşe ve faça masasında oturup frapelerimizi göçürmeyide ihmal etmedık tabii ki. Sefaysa sefa... Sonrada altındaki hediyelikçiden hoş hediyelikler aldık, en güzeli de kocacığımın beğenipte bir türlü kıyıp alamadığı şapkayı hem tam kafasının ölçüsünde hemde yarı fiyatına bu küçücük dükkanda bulup bayılarak alıverince ay çok hoşumuza gitti.
Neyse biz yokuşlardan inmeye devam ettik. Küçük bir ormanın içinden geçtikten sonra aaa bir baktık gemiden indiğimiz limandayız. Yani biz bulunduğumuz noktadan sadece dikine çıkmışız araba ile. Eeee ne yapacağız akşama kadar ? Limanda bir yığın gezi teknesi yolcularını indirmiş, var olan birkaç cafede hıncahınç dolu. Geri dönelim bari dedik. O sırada limana yanaşmış olan feribota koşarak bindik. Nereye gittiğini sormamıştık bile. Neyseki gitmek istediğimiz yandaki koyda bulunan köye gidiyordu, üstelik buradan binenlerden yol ücreti de alınmıyordu. E güzel... Hava çok sıcaktı ve Turhan'ın keyifsizliği tüm şiddeti ile devam ediyordu. Yürüyüpte köyün içini dolaşmak istemedik, hemen marinanın yanındaki kayalara doğru yöneldik. Hem deniz kenarı hemde orman kenarı olduğundan burada serin serin oturabilecektik. Üstelik kayalar üstüste konmuş tabletler gibi düzlükler halinde olduğundan oturmak hatta yatmak bile mümkündü. Çocukluğumdan beri kayalardan denize girmeye bayılırım. Heybeliada'da ki Değirmenburnu kayalıkları en sevdiğim yerdi ve oraya su sporları klubü yapılınca o kadar nefret ettim ki anlatamam, belki de buraya üye olmayı kabul etmeyen birtek biz kalmışızdır. Az sonra teknesinden inip yüzmeye gelen yaşlı bir İspanyol çiftle tanışıp sohbete başlamıştık. Hangi millet olursa olsun insanların İstanbul ve Türkiye hayranlıklarını dinlemek ve hissetmek büyük bir gurur kaynağı oluyor bizim için. Bu gezinin en hoş anılarından biridir bu sohbetimiz.
Kayalardan denize girmek |
Nıdri kasabası |
Vasiliki Limanı |
Lefkada'nın merkezine arabamızı almak için döndük ve şimdiye kadar ki en lezzetli öğle yemeğimizi yedik, menü aynıydı ama lezzet fazlaydı. Gyros pita ve sprite cola. Saat 15.30 ve otele dönmek için çok erken. Lefkada adasının en güney ucunu ve güneybatı sahilini gezmemiştik. Hadi oraları gezelim dedik, 1 gün daha bunun için kalmaya değmiyecekti.
Lefkada adasının güney ucunda yer alan Vasiliki bölgesi Kefalonya feribotlarının kalktığı bir başka büyük limandı ve büyük bir koydu. Buranın özelliği de rüzgarı çok bol olduğundan Windsurf merkezi olmasıydı. Yine deniz bembeyaz köpükler ve rengarenk sörf yelkenleri ile kaplanmıştı. Bu ada çok sportmen bir ada; kuzeyi ayrı rüzgar, güneyi ayrı... Yolumuza devam ettik. Batı kıyılarında birkaç plaj ve en güneyinde de Ducato Cape burnu vardı ancak haritaya göre buranın yolu bulunduğumuz noktaya göre çok tersti. Önce kuzeye doğru bayağı bir yol alıyorsun, sonra aynı noktadan dönüp başka bir yarımada boyunca güneye doğru ilerliyorsun tekrar. Biz karalıydık gidecektik, sevgili kocam kıpkırmızı bir burun ve çipil çipil gözlerle bakmasa daha da keyifli olacak ama neyse... Plajlara hiç girmedik bile, hepsi anayoldan 7-8 km. uzaklıkta idi, denize girmeye de niyetimiz olmadığından vakit kaybetmeye gerek yoktu. Biz Ducato Cape'e devam ettik. Burunlar hep ilginç gelmiştir bize. Yola devam ettik etmesine lakin yol o kadar virajlı ve bitmek bilmeden uzayıp gidiyorduki yavaş yavaş bıkmaya da başlamıştık. Orman içinde hoş bir mesire yerinde meyvalı yoğurtlar yiyip (enfesti) dinlenirken öğrendik ki bu yol bu şekilde 15 km. daha devam edecekmiş. Bugün bizim için çok yorucu bir gün olmuştu gerçekten, üstelik havada az sonra kararmaya başlayacaktı ve pes ettik.
Batı kıyıları boyunca Lefkada'ya doğru dönüşe geçtik. Bu kıyıların özelliği yamaçlar ve uçurumların çoğunlukta olması idi. Gün batışı avantajından dolayı yol boyunca tüm cafe ve tavernalar bu uçurumların kıyılarına yerleşmişti. İnsanlar akın akın güneşin batışını seyretmeye buralara geliyorlardı. Exantia adında yamaçta kurulmuş bir köyün içinden geçtik. Benim cin kocamın gözüne kartal yuvası gibi bir tesis çarptı ve arabayı ana yoldan çıkarıp dimdik bir yokuşa tırmandırdı. Böyle bir konumda güneş batırmak yakışırdı bize ama bu mekan da çok şık gözüküyordu. Günlerdir üzerimden çıkartmadığım deniz şortum, tişörtüm, tokyolarım ve darmadağınık saçlarımla bu mekana nasıl girecektim ki ? Amaaan bu ritüelde kaçmazdı yani, daldık içeri.. En faça masaya yerleştikten sonra etrafıma bakınınca hiçte endişelenecek bir durum olmadığını hayretle gördüm. Herkes biz gibi gözüküyor; plaj çantaları, mayoları, şortları, çoluk-çocuk, gürültü patırtı.. Çok tuhafıma gitti. İstanbul'da böyle bir konumda ve şıklıktaki bir mekanda gün batırıcaksın ha vay vay vay... Tüm gezimiz boyunca gözlemlediğim bir başka konu da buydu: İnsanların (yerli halk veya turist) oldukça rahat hareket etmesi, kıyafet ve davranışlarında özgürlük içinde olmaları, buna karşılık birbirlerine karşı da gayet saygılı davranıp kimsenin kimseye eleştiren bakış veya konuşmalarla tacizkar davranışlar içinde bulunmamaları idi. Yani şöyle gözünüzün önüne getirin: Aynı mekanda yan yana masalardan birinde nişan veya benzeri bir kutlama içinde olan birbirinden şık hanımların beylerin oturduğunu ve diğerinde ise az önce denizden çıkmış ellerinde can simitleri vs ile çoluk çocuklu bir başka masa ve hiçkimse bir diğerine tuhaf bakmıyor. Valla biz Türküz, orada milleti inceleyip gırgır yapan tek çift bizdik ve çoook eğlendik. Sonuç olarak garsonun anlaşılmaz bakışları altında rakı (plomari), karpuz, ve peynir eşliğinde keyifle güneşi batırdık. Bir başka dikkat çekici nokta: Rakı veya uzo içeni hiç görmediğimiz gibi sipariş ettiğimizde de oldukça tuhaf karşılanıyor olması idi. Buralarda şarap tercih ediliyor. Neredeyiz biz, burası Yunanistan değil mi ?
Akşam otelimize döndüğümüzde Dina kaç gündür beklediği oğlu gelmiş, onunla ilgilenirken bizi görünce gözleri parlayarak "Aaaah Neredesiniiiiz, siz çok özledim" diyerek üzerimize atlayıp şapur şupur öpmeye başlayınca zor attık kendimizi odamıza.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder