3 Haziran 2012 Pazar

Yunanistan'ın Adriyatik Kıyıları


           20.07.2010    


       Saat tam 08.00 de Elena Pansiyondan ayrıldık. Dönüş biletlerimiz hazırdı, Aya Nikola limanından feribota binerek Kefalonya'nın Pesada limanına ineceğiz, oradan da Sami limanına devam ederek saat 17 .00 de Patras'a giden feribota yetişeceğiz. Bugünümüz yollarda geçeceğe benziyor, nerede mi kalacağız ? bilmeeem !
   Kahvaltıda börek yemeyi hemde "Taner Börek"ten sipariş verip yemeyi çok özlemiştik. Taner Börek tabiki de buralarda yoktu ancak başka börek veya poğaça satan yerler de yoktu, kafamıza da takılmış bir kere, yollar boyunca pür dikkat aranmamıza rağmen yok da yok. Bu arada 9.30 da kalkacak olan feribota da yetişmemiz gerekiyor. İçimizde ukte kalarak Aya Nikola limanına varıp feribotu beklemek üzere karşımıza ilk çıkan cafe'ye daldık. Aman Tanrım onlarda ne.. Belki 20 çeşit börek tezgaha dizilmiş bizi bekliyor, adanın tüm börekleri burada galiba. "Sen yeterki iste " demişler eskiler, iste ki olsun.
     Saat 11.00 de Kefalonya'nın Pesada limanına varmıştık. Şimdi önemli olan Patras'a dönüş biletimizin tarihini değiştirerek bugüne almaktı. Gezimizin başında nelerle karşılaşacağımızı bilmediğimizden feribot biletlerini gidiş-dönüş olarak aldığımızda "isabetli bir karar" diye düşünmüştük ancak alternatif yolların varlığını tespit edince güzergahımızı değiştirdik. Bir başka İonian adası olan Lefkada' ya gitmek için Kefalonya'dan feribota binmeyi planlamıştık. Meğerse Lefkada'nın anakarayla bağlantısı varmış, o zaman anakaradan araba ile yola devam edersek hem Yunanistan'ın Adriyatik kıyılarını gezmiş oluruz hem de 50-60 € tasarruf etmiş oluruz ki bu da oldukça önemli bir faktör oluyor. Kısacası Patras'a dönmemiz gerekiyor. Sami limanına gelir gelmez hemen Sprintizis acentasına daldık. Gemi biletleri satan 2 hatun ağızlarını açmış dalgın dalgın tv seyrediyorlardı, Türkçe konuşmaları duyunca kafayı kaldırıp baktık ki Binbir Gece dizisini izliyorlar hemde 2. baskı olarak. Bu sempatik sohbet sonunda bizim biletler hiç sorunsuz olarak değiştirildi ve bizde kocaman bir "oooh" çektik.
   Patras feribotu saat 17.00 de kalkacaktı yani 5 saatlik vaktimiz vardı ve denize girebilirdik. Artık Kefalonya'nın yabancısı değildik. İlk geldiğimiz gün dikkatimizi çeken ama bir türlü fırsat bulup gidemediğiz Aya Efimia yolu üzerindeki "Paraskevi" adlı tesise gittik. Ağaçların altındaki çimlere yayılabileceğiniz, 2 adım önündeki kristal gibi suya girebileceğiniz, duşunuzu alıp pikniğinizi yapabileceğiniz, pırıl pırıl, şahane bir dinlenme yeriydi. Üstelik 3,5 x2=7 € gibi komik bir para ödüyorsunuz. Şiddetle tavsiye edilir...

    




Köprüden geçti Akmanlar
 Saat 20.00 de Patras limanına yanaştık. Güneş henüz batmamış olduğundan yola devam etmeye karar verip  Astakos kasabasında gecelemeyi hedefledik. Korent kanalına alternatif olan ve hemen karşı kıyıdaki Messologhiou'ya bağlanan çok şık ve modern görünüşlü köprüden geçmek çok keyifliydi ama eğer köprü geçiş parasını başta alsalardı o kadar da keyiflenmezdik sanıyorum (12.20 € yuuh). Rio Antirio adındaki bu köprü 2 şehri birbirine bağlarken (Patras-Messologhiou )400 km.lik yolu 2 km. ye indirerek yaklaşık bir asırdır varolan hayalide gerçekleştirmiş olmuş.
Rio Antirio Köprüsü
       
      Güzel sakin yollarda sulu tarım alanlarını, tarlaları, dağları laylaylom gezerken havada kararmaya başlamıştı artık. Astakos sapağına girdiğimiz andan itibaren 20 km.lik yol boyunca toplam 5 veya 6 araca rastlamış olmamız, asfaltın gittikçe daralarak tarlaların arasında yol alır hale gelmesi, etrafta bir tek insanoğlunu dahi görmemiş olmamız bizi biraz germeye başlamıştı. Ne kuş uçmaz kervan geçmez yerlerdi buraları ve biz akşam karanlığında ne menem bir yere gidiyorduk ki... Haliyle her türlü korku filmi senaryoları ve kahramanları espri konumuz olmuş kendi kendimizi eğlendiriyorduk ! Benim her zamanki gibi endişem geceyi nerede geçireceğimizdi. Ya burasıda Aya Nikola veya Pesada limanlarındaki gibi sadece gemilerin yanaştığı belki extradan birkaç cafenin olduğu ıssız bir limansa...
  Tepeden aşağı inerken ışıklar içindeki yerleşim alanını görünce " eh hiç olmazsa tenha değil" dedik.
        Astakos'ta sokaklar boş ve karanlıktı.  Sahildeki cafelerde oturan insanlar "bu yabancılarda kim?" dercesine tuhaf tuhaf bize bakıyorlardı. Bir otel tabelası gördük ama sokaklar o kadar dar ve anlaşılmazdı ki bulabilmek için aynı yerlere birkaç defa girip çıkmak zorunda kaldık. Tam ciyaklıyacakken bulduk. Otel Stratos. Başkada yok sanırım. Sıkı bir pazarlıkla gecesi 60 € dan 40 a indirerek içeri girdik. Ama ne otel...
   1960 lardan kalma otel mutlaka zamanının lüks ama günümüzde eski, küf kokulu, garip ve de sevimsiz bir oteli. İlk yapıldığında yerleşen eşyalar olduğu gibi bırakılmış, rengi kaçmış perdeler hiç değiştirilmemiş, kocaman tablolar, acaip aynalar, komodinler, tuhaf yerleştirilmiş heykeller, birbirini tutmayan eski püskü mobilyalar... Amaaan amma da söylendim, yatacak yer bulmuşuz işte daha ne ? 
     Saati 23.00 ü etmiştik bu arada. Biraz dolaşmaya çıktık. Sahil boyu dizilmiş cafe ve tavernalarda yöre halkı gecenin keyfini çıkarıyor, bizi de uzun uzun inceliyorlardı. Kısacası fazla dışa açık olmayan, kendi halinde, sakin sessiz bir kasaba izlenimi verdi bize. Herhalde yol boyu yarattığımız stres te beni etkilemişti ki daha fazla dolaşmak istemedim ve otele döndük. Turhan'da fazla birşey söylemiyordu ama benim gibi endişeli olacak ki kapılar sıkı sıkı kilitlendi, balkon kapıları pancurlarına varana kadar kilit kilit üstüne vuruldu, ilk defa olarak cüzdanlar yastık altına konuldu ve havasız karanlık bir odada sadece klima ile uyumaya çalışıldı. Tabi bütün bu yaptıklarımız kendi beynimizin bir oyunu ve kabahati idi. Çünküüü...






       21.07.2010   ASTAKOS


     Karanlık odada gözümüzü açtığımızda saat 9 u geçiyordu. Perdeleri pancurları açtıp balkona çıktık ve Amman Yarabbim... Nassıl güzel bir koydaydık. Gecenin ve ruhumuzun karanlığında görememişiz bu güzelliği.

   Anayolu biraz sapa düştüğünden turist akınına uğramamış çok sakin, huzur dolu, kendi doğallığını koruyabilmiş şirin bir balıkçı kasabası Astakos. Dar sokaklarında, küçük taş evlerin arasında dolanırken bir fırına rastladık ve dün tadı damağımızda kalan börekleri bulma umudu ile daldık içeri. Birbirinden nefis bir sürü çeşit alarak tekrar yola koyulduk. Sahil boyunca yolumuza devam ederken böreklerimizi yiyebileceğimiz uygun bir yerler bulurduk elbette.
  


  Hedef Lefkada adası idi. Yol boyunca önümüze çıkan tüm koylara ve köylere gire çıka gezerken Yunanistan'ın batı kıyılarınıda öğrenmiş oluyorduk. Bu bölgeler oldukça sakin, tenha daha az gelişmiş kırsal bölgelerdi. Sahiller boyunca dizilmiş balık çiftliklerinin çokluğuna şaşırdık kaldık. Yine bir sahil köyünden geçerken kilisenin önündeki çeşmeyi görünce durduk. Çok dikkatimi çeken bir başka konu bugüne kadarki tüm gezimiz boyunca yollarda çeşme, hayrat vb bir su kaynağına hiç rastlamamış olmamızdı. Yani yanınızda suyunuzu taşımıyorsanız yandınız demektir. Pekii bir Türk suyu görünce ne yapar? Yanına çömüp piknik yapar. Bizde öyle yaptık. Köyün meydanındaki kilisenin önündeki çeşmenin yanındaki ağacın altındaki banka oturup börekli kahvaltımızı yapıverdik.